Yaz tatillerinin yazılmamış anayasalarında, yeme – içme eylemleri ciddi kanunlarla düzenlenmiştir. Bu kanunlara göre envai çeşit deniz ürünleri, rakı, karpuz, kavun mutlaka tüketilmeli, gidilen yörenin bu başlıklarda sunacağı ürünler tek tek tadılmalıdır.
Zekeriya Sofrası, işte bu yazılmamış anayasanın dışında kalan yerlerden. Bir yanını Akdeniz’e, diğer yanını Ege’ye uzatan Datça yarımadasında, deniz mahsullerinin dışına çıkarak, hem yöreye ait tatları, hem de tüm Anadolu’da kabul gören lezzetleri kendisine göre yorumlayarak servis eden bir lokanta.
Atatürk Caddesi’nden limana doğru ilerlerken sağ tarafta. Geniş bir cephesi ve masalarında mutlaka çok sayıda insan olan bir işletme.
İstisnasız 30 senedir Datça’ya giden biri olarak, Zekeriya Sofrası ile tanışıklığımız, 1996 yılında adını aldığı Zekeriya bey tarafından açılmasına kadar gider.
İlk zamanlar yalnızca 4-5 çeşit tencere yemeği ile başlayan yolculuk zamanla kahvaltı ve ızgaranın da eklenmesi ile renklendi.
Zekeriya Sofrası’nda yemekleri Datça’lı kadınlar yaparken, kullandıkları malzeme de öyle zincir marketlerin kasap ve manav reyonlarından değil, Datça’nın toprağında, kâh kekikleriyle beslenen hayvanlardan, kâh meşhur keçisinin gübresiyle büyüyen otlardan sebzelerden elde edildi.
Yaş da ilerleyince Zekeriya bey dükkanı Ahmet Bey ve Kadir Bey’e devretmiş. 2008’den beri Ahmet ve Kadir Beyin himayesinde. Sağolsun çizgiyi koruduğu gibi üzerine koyarak ilerletiyor. Epey ilgili ve bilgili.
Biz yemeklere geçelim….